2024 Otomatik Bilgi Değişimi ve Ötekini Vergilemek

Bölüm 11

Podcast'imize abone olun

Otomatik bilgi değişimi ne getiriyor?

Umurcan Gago
Pure CSS Accordion

“Umurcan Gago ile yatırım kazançlarında vergileme-2024”

Otomatik bilgi değişimi ne getiriyor?

Bölüm 11: Otomatik Bilgi Değişimi ve Ötekini Vergilemek 

2024 Şubat ayında yapılan bu kayıtta, genel bilgi vermek amacıyla ve kayıt tarihi itibariyle yürürlükte olan kural, oran ve tutarları dikkate alıyoruz. Bu podcasti dinlediğiniz tarihe dek mevzuatta veya mevzuatın yorumunda değişiklikler olmuş olabilir. Vergisel pozisyonunuzu salt bu podcaste dayanarak değil vergi danışmanınıza başvurarak belirlemenizi önemle tavsiye ederiz. Bu podcast’e dayanılarak tesis edilen işlemlere ilişkin olarak PwC, ortakları veya çalışanlarına herhangi bir sorumluluk atfedilemez.

Merhabalar,

Ben PwC Türkiye ortaklarından Umurcan Gago.

Yatırımlarını finansal varlıklarda değerlendiren ve herhangi bir nedenle uykusuzluk sorunu çeken dinleyicilerimiz için hazırladığımız bu podcast serimizde Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin finansal yatırım araçlarından elde ettikleri gelir ve kazançların vergilendirilmesini ele alıyoruz. 

Bugün her zamankinden farklı bir şey yapıyoruz ve enstrümantal vergi yolculuğumuza bir ara verip, ‘otomatik bilgi değişimi’ meselesini ele alıyoruz. Ama önce, her zamanki gibi kısa bir vergi tarihi hikayemiz olacak.

Modern anlamda gelir vergilemesinin insanlık tarihi dikkate alındığında aslında çok yeni sayılabilecek bir vergileme sistemi olduğunu, ödeme gücüne göre bir vergilemenin en azından dikey olarak daha adaletli bir sistem olduğunun anlaşılmasının uzun tartışma ve denemeler sonucunda olduğunu 10. Bölümde anlatmıştık.

Modern gelir vergilemesi nüve lerine sahip, ona yakın denilebilecek ilk deneme 1710’ların Fransa’sında görülüyor. Ama daha yakın denilebilecek bir uygulama, 1798’de Britanya’da ortaya çıkıyor. Tüm Britanya mukimlerinin dünya üzerindeki ve 60 Pound eşiğinin üzerindeki gelirlerinin, %0.8den %10’a kadar kademeli olarak artan oranlarda vergilemeye tabi tutulmaya başladığını görüyoruz. 

1800’lerde gelir vergilemesinde gelir ve kazanç tiplerine göre bir vergileme anlayışı var. Pasif gelir ve kazançların, yani menkul ve gayrimenkul sermaye iratları ile sermaye -yani değer artış kazançlarının- emek ve bilgiye dayalı, ücret ve serbest meslek kazançlarına göre daha yüksek oranda vergilenmesinin, insan kaynağının amortismanı da dikkate alındığında, çok daha adil olacağı kabul ediliyor. Verginin tabana yayılması ve tahsilatının kolaylaştırılması açısından stopaj müessesesi yine Britanya’da 1800lerin başında ortaya çıkıyor. Amerika’da da 1800’lerin sonlarına doğru gelir vergilemesine geçiş konusunda ciddi bir ortak irade ortaya çıkıyor. Ama doğrudan vergileme yani gelir vergilemesi açısından Anayasal engelin ortadan kaldırılması 1. Dünya savaşının hemen öncesini, 1913’ü buluyor. Amerika’da da artan oranlı bir gelir vergilemesi anlayışı var. Oranlar başlangıçta %1 ila %8 arasında. Britanya’dan farklı olarak, sermaye kaçmasın diye, pasif gelir ve kazançlar daha yüksek oranda vergilendirilmiyor, yani gelir ve kazanç tiplerine göre bir vergileme anlayışı yok. Ki bu ekonomistlerce çok eleştiriliyor. Öte yandan Amerika farklı bir perspektif ekliyor. Bir nevi stopaj mekanizması olarak kurumlar vergilemesini getiriyor. Amaç aslında görünürde olduğu gibi kurumların kazançlarını vergilemek değil. Kurumlardan gelir vergisi almanın bir mantığı yok. Amaç tamamen şirketteki karın ortaklara dağıtılmayıp şirkette tutulması suretiyle, gelir vergilemesini öteleme yolunun kısıtlanması aslında. Diğer ülkeler de sonraki yıllarda yavaş yavaş Amerikan kurumlar vergilemesi esasını benimsiyorlar. 

Fransa’da da gelir vergilemesi 1. Dünya savaşının başlamasından hemen önce 1914’de getiriliyor. İngiliz icadı stopaj mekanizmasının başlangıçlarda olmaması Fransa’da gelir vergilemesinin çok sınırlı olması sonucunu doğuruyor. Stopaj uygulaması çok uzun süre sonra geliyor Fransa’ya. 

Modern gelir vergilemesinin ortaya çıktığı ilk dönemlerde, yani kabaca 1800lerin sonu 1900’lerin başlarında, gelir vergisi oranlarının çok da yüksek olmadığını görüyoruz. Uzun yüzyıllar boyu, Japonya’dan Osmanlı’ya, Abbasilerden Hindistan’a GSYHnın kabaca üçte biri seviyesinde seyreden toplam vergi gelirleri içinde de gelir vergilemesinin payı başlangıçta çok yüksek değil. Biraz da Britanya öncülüğünde yavaş yavaş artıyor. Ama gelir vergilemesi oranlarının ve toplam vergi gelirleri içindeki payının gerçek sıçraması 1. Dünya savaşı sonrasını buluyor. 2. Dünya savaşında zirve yapıyor. Merkezi devlet yapısının güçlenmesi, sosyal devlet politikalarının yayılması, kamu hizmeti beklentilerinin artması ile “Daha güçlü devlet için daha çok gelir vergisi” anlayışı ortaya çıkıyor velhasıl. Ama en genel kabul, gelir arttıkça vergi oranlarının da kademeli olarak artması. Yani dikey adalet.

Ama modern gelir vergilemesi öncesinden beri vergi adaletinin bir de yatay hali var demiştik hatırlarsanız. Yani ekonomik durumları aynı olan kişilerden aynı miktarda vergi alınması. Yatay adalet, dikeyinden bile netameli bir konu olmuş tarih boyu. İnsanlık vergilemenin cinsiyet, din, ırk, mezhep farkı gözetmeksizin yapılmasının, daha doğrusu yapılmaya çalışılmasının, çok daha adil olduğu noktasına kolay gelmemiş. 

Kadınlar yüzyıllar boyu vergisel olarak negatif ayrıştırılmışlar. Mesela, oy verme haklarının olmadığı dönemlerde bile yine de vergi mükellefi sayılmışlar. Ayrıca, doğrudan kadınları hedef alan vergiler de görülmüş. Mesela, güney Hindistan’da alt sınıf kadınların dışarı çıkarken göğüslerini örtmesi halinde mulakkaram denilen vergi uygulanıyormuş. 1840 yılında Nangeli isimli bir kadın bu vergiyi ödemeyi reddediyor ve protesto için memelerini kesip vergi tahsildarlarının eline veriyor. Tabi Nangeli aynı gece, kan kaybından, sizlere ömür oluyor. Kocası da ertesi gün cenazede kendini ateşin içine atıp intihar edince, aynı gün bu vergi kaldırılıyor. 

Irk meselesi bir diğer örnek. Afro-Amerikalıların pek çok konuda olduğu gibi vergilemede de ayrımcılığa uğradıkları malum-u aliniz dir diye düşünüyorum. 

Din ise daha da eski ve yaygın bir vergisel ayrımcılık unsuru olmuş. Romalıların Yahudilere yükledikleri Fiscus Judaicus diğer ülkelere ilham olmuş bir vergi. Mesela, 1747’de Macaristan’da Yahudilere salınan Tahammül Vergisi, ismiyle de müsemma olduğu üzere tam bir dinsel ayrımcılık örneği. Bir nefret dili. 

Hıristiyanlar da ayrımcılığa maruz kalmamış değiller. Mesela, 1637’de Edo dönemi Japonya’sında Nagasaki yakınlarındaki Shimabara bölgesinde, Cizvit Portekiz ve İspanyollar sayesinde Katolik Hıristiyanlığa avdet eden bir topluluk, kendilerine tahakkuk ettirilen cezalandırıcı yüksek vergilere, 17 yaşındaki Amakusa Shiro Tokisada liderliğinde isyan ediyorlar. Tokugawa Şogunluğu gönderdiği samuraylarla isyanı kanlı biçimde bastırıyor. Başta Amakusa Shiro olmak üzere binlerce isyancı öldürülüyor. Meraklısı için not: Bu konuda şahane Japon çizgi roman ve filmleri var. İnternette bakabilirsiniz.

Şimdi biraz daha bizim buralara dönelim. İslam coğrafyasında da zımmi, yani Hıristiyan ve Yahudiler başta olmak üzere, gayrimüslim tebaaya uygulanan cizye var biliyorsunuz. Pek çok açıdan emsallerine göre daha adil diyebiliriz. Ama yine de din temelli bir ayrımcılık içeriyor. 

Fakat dinsel ayrımcılığa dayanan vergilerin bir zaafiyeti var. Vergiden kaçınmak kolay. Din değiştiriyorsunuz, yani dönüyorsunuz. İster gerçekten ister görünüşte. 

Tabii bu ayrımcılık sadece özel amaçlı vergi kural veya oranları getirmekle değil, çeşitli bilinçli uygulamalarla da yapılmış. Yine bizden, hem de çok yakın tarihten bir örnek verelim: 1942 tarihli Varlık Vergisi. Kanun metninde gayrimüslimlere karşı bir ayrımcılık görünmüyor. Uygulamayı bilmesek ve dönemin bazı devlet büyüklerinin bu verginin ne amaçla getirildiğini açık açık anlattıkları konuşmaları görmemiş olsak, “Ne var ki bunda” diyeceğimiz türden bir utanç abidesi. Ama “Neyse ki Fenerbahçe stadyumunun adı değişti” diye teselli bulmaya çalışalım artık .

Neyse, bu tip ayrımcı vergilerin temel anlayışı “Ben ve benim gibiler değil, şu öteki, bizden olmayan asalaklar vergilensin”. Ama merkezi bir devlet yapısına hele ki vatandaşlık esasına dayanan ulus devletine doğru geçtikçe, bu tip bir vergileme rejimi kolay kolay uygulanamaz hale gelmiş. Bu yeni modelin bir faydası olduysa eğer insanlığa, bu açıdan olmuş yani. En azından çok şükür diyelim ve daha fazla politikaya girmeden artık konumuza geçelim.

Efendim otomatik bilgi değişimi, ülkelerin, vergi kayıp ve kaçaklarını önlemek amacıyla geliştirilmiş, kişilerin mükellefi yani mukimi olduğu ülke dışındaki diğer ülkelerde bulunan finansal hesap bilgilerinin, mukim olunan ülkeye, diğer ülke vergi idarelerince, vergisel amaçlarla kullanılmak üzere, karşılıklı ve otomatik olarak, yani diğer ülkenin talebini beklemeksizin, elektronik ortamda gönderilmesi. 

Hikayesi neydi? - 2008 küresel ekonomik krizi sonrasında OECD, AB üyesi ülkeler ve G20 üyesi ülkeler bir araya geldiler “Yahu birbirimizin kanatları üzerine tartışmakla uğraşıp, mükelleflerimizin vergilerimizi bizden kaçırmasına seyirci kalacağımıza, bir araya gelelim, işbirliği yapalım arkadaşlar, teknolojide bu kadar gelişmişken ne duruyoruz, hepimiz aynı gemideyiz” mealinden bir anlayışla ‘Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ adıyla bir anlaşma yaptılar. Türkiye söz konusu bu sözleşmeyi 2011 yılında imzaladı. 

Bu tarihten 6 yıl sonra, uygulamayı düzenleyen ve bugün itibarıyla 124 ülkenin taraf olduğu “Finansal Hesap Bilgilerinin Otomatik Değişimine İlişkin Çok Taraflı Yetkili Makam Anlaşması”nı da Türkiye 2017’de imzaladı, 2019’da onayladı. 

Hoş gerçi Amerika Birleşik Devletleri bunlara katılmadı, hatta bu çok uluslu anlaşmayı filan da beklemedi, FATCA denilen Yabancı Hesapların Vergi Uyumu Yasası’nı çıkarttı kendi kendine. Amerika ile Türkiye arasındaki FATCA kapsamında karşılıklı bilgi değişimi anlaşması 2015 tarihinde imzalanmış olsa da yürürlüğe girmesi 2021’ini buldu ve ilk bilgi değişimi 2022 yılında yapıldı. 

Peki Türkiye kaç ülke ile bilgi değişimi yapıyor? Otomatik Bilgi Değişimine taraf ülke sayısı 124. Türkiye’nin 2024 yılında karşılıklı olarak bilgi değişimi yapacağı ülke sayısı 100’e yaklaşıyor. Ayrıca aralarında Bermuda, Birleşik Arap Emirlikleri, Cayman Adaları, İngiliz Virjin Adaları, gibi ülkelerin de bulunduğu bazı ülkelerden yalnızca tek taraflı bilgi alınacak, bu ülkelere herhangi bir bilgi gönderilmeyecek.

Bilgi Değişimini kim yapıyor? Bilgi değişimi yalnızca ülkelerin vergi idareleri arasında yapılıyor. Vergi idareleri değişime tabi tutulacak bilgileri kendi ülkelerinde faaliyet gösteren finansal kuruluşlardan toplayarak değişim yapılacak ülkenin vergi idareleri ile paylaşıyor. Türkiye’de bu raporlamayı yapacak idare Gelir İdaresi Başkanlığı. Dolayısıyla bir finansal kuruluşun başka bir ülkenin vergi idaresiyle veya o ülkedeki başka bir finansal kuruluşla doğrudan bilgi değişimi yapması söz konusu değil.

Kimlerin, hangi bilgileri değişime tabi? - Türkiye’de mukim olan kişilerin, sözleşmeye taraf olan ülkelerdeki banka, aracı kurum, saklama kuruluşu gibi finansal kuruluşlardaki hesaplarında bulunan finansal varlıkların yıl sonu bakiyeleri ile bu finansal varlıklardan yıl içerisinde elde ettikleri faiz, temettü, hesapta tutulan finansal varlıkların satışından doğan gelirler gibi brüt gelir ve kazançları bilgi değişimine tabi. 

En sık sorulan sorulardan biri de gayrimenkuller ile ilgili oluyor. Hayır, bu kapsamda değil ve dolayısıyla bu varlıklardan elde edilen gelirler bilgi değişimi kapsamında bulunmuyor. 

Bir de yine şöyle bir soru alıyoruz sıkça: “TC vatandaşı değilim, benim yurtdışı finansal varlıklarım Türkiye’de Gelir İdaresi’ne raporlanmayacak değil mi?” - Raporlanacak kişiler mukimlik baz alınarak belirleniyor, vatandaşlık değil. Dolayısıyla TC vatandaşı olsanız da olmasanız da veya çifte vatandaşlığınız olsa da, eğer Türkiye’de mukim iseniz, sizin yurtdışı finansal varlıklarınız Gelir İdaresi’ne raporlanıyor. 

Ortak hesaplarda raporlama nasıl oluyor? - Ortak hesaplarda, her bir hesap ortağı hesap sahibi olarak değerlendiriliyor ve olası bir raporlama durumunda hesap bakiyesinin ve gelirin tamamı her bir ortak için ayrı ayrı bildiriliyor. Hesap bakiyesi ve gelirler ortak sayısına bölünmüyor yani.

Yurtdışı bankalarda tutulan mevduatlar Otomatik Bilgi Değişimi kapsamına girer mi? Bu hesaplara ilişkin hangi yıl bilgileri, ne zaman bildirilir? - Evet girer. Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan bilgi değişimi yapılacak ülkelerde faaliyet gösteren bankalarda Türkiye mukimi kişilerce tutulan mevduat hesaplarına ilişkin bilgiler, raporlamaya konu yılı takip eden yıl içerisinde Türkiye’ye raporlanıyor. 

Yurt dışında hisse senedi ve Eurobond yatırımları olan Türkiye’de mukim yatırımcıların varlıkları Otomatik Bilgi Değişimi’ne tabi mi? - Evet tabi. Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan ülkelerde faaliyet gösteren banka, saklama kuruluşu, yatırım kuruluşu gibi finansal kuruluşlarda Türkiye mukimlerince tutulan yatırım hesaplarına ilişkin bilgiler raporlamaya konu yılı takip eden yıl içerisinde Türkiye’ye raporlıyor.  Yani, örneğin Lüksemburg’da bulunan bir finansal hesapta 2024 yılında 10.000 Euro temettü geliri ve 15.000 Euro Eurobond kupon faiz geliri elde etmiş bir Türkiye mukiminin toplam 25.000 Euro’luk bu geliri Türkiye Gelir İdaresi Başkanlığı’na 31 Aralık 2025 tarihine kadar raporlanıyor olacak.

Yurtdışındaki sigorta şirketlerinde tutulan bireysel emeklilik ve birikimli hayat sigortası poliçeleri Otomatik Bilgi Değişimi’ne tabi mi? - Evet.  

İsviçre, Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya, Fransa, İtalya, Finlandiya veİngiltere bu bilgileri Türkiye ile paylaşıyor mu? - Evet, bu ülkeler Türkiye ile finansal hesapların karşılıklı otomatik bilgi değişimini fiilen uyguluyorlar. 

Ya KKTC? KKTC OECD’ye üye ülke olmaması ve maalesef bu ülkelerce siyasi olarak tanınmaması nedeni ile Otomatik Bilgi Değişimi kapsamında yer almıyor. 

Türkiye Otomatik Bilgi Değişimi ile elde ettiği bu bilgiler ile ne yapıyor? - Ülkelerin asıl amacı, kendi ülkelerindeki vergi mükelleflerinin yurt dışında elde ettikleri menkul sermaye iradı, değer artış kazancı gibi gelirleri saptayarak söz konusu gelirlerin ülkelerinde vergilendirilip vergilendirilmediğini kontrol etmek. 

İlk bölümü dinleyenler hatırlayacaklardır: Türkiye mukimleri, - ki anımsayacaksınızdır muhtemelen, biz onlara gelir vergisi dilinde ‘tam mükellef’ diyoruz, tam mükellefler prensip olarak dünya üzerinde elde ettikleri bütün gelirler üzerinden Türkiye’de vergilendiriliyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de Gelir İdaresi Başkanlığı ile paylaşılacak bu bilgiler ile yurt dışında faiz, temettü, finansal varlık satış geliri gibi gelirler elde eden tam mükelleflerin söz konusu gelirlerinin bu kişilerce vergi beyanına konu edilip edilmediği kontrol edilecek. Aynı gelir üzerinden yurt dışında ödenen vergiler varsa ÇVÖA’lar kapsamında bu vergilerin Türkiye’de mahsup imkanı devam edecek tabii. 

Böylece bu podcast serimizin onbirinci bölümünün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Uykuya dalmadan buraya kadar gelmiş olduğunuz için özür diliyorum. Bir sonraki bölümde buluşuncaya kadar keyifli, sağlıklı, bol kazanç ve az vergili günler diliyorum.

İletişim Formu

PwC çözümleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için bize ulaşın

İletişim

Umurcan Gago

Umurcan Gago

Varlık ve Servet Yönetimi Sektörü Lideri, PwC Türkiye

Telefon: +90 212 326 6098